3. boyut, kendi boyutunda imkansız olan şeyi, 2. boyutta başarabiliyor. 2. boyut, 3. boyuta çıkınca, 3. boyutta var olan bir şeyi bile başaramayacak. Bitkiler mesela. (Bunu daha sonra açacağım.) 4.boyut, 3.boyuta inince, bize göre (biz 3. boyutuz) imkansız olanı başarıyor. Yani süper hızlı gidebiliyor. Yalnız bu 4. boyutlar içerisinde çok normal bir şey. Nasıl ki insanlar birbirlerinin hızlarını yadırgamıyorlar… Bitkileri düşünelim mesela. (Boyut değil, hız bakımından.) Onların ömürleri boyunca aldığı/katettiği yolu biz, bir kaç saniye, hatta bir kaç salise içerisinde katedebiliyoruz. Bitkilere göre biz, süper hızlıyız. Fakat bu hız, insanlar arasında normal iken, insanlara göre de cinler süper hızlılar. İşte bu da,
cinlerin kendi aralarında normalde hiç te hızlı olmadıklarını gösteriyor. Bitkilere göre cinlerin hangi hızda olduklarını düşünürsek; bitkiler için insanlar sonsuz hızdalar, e insanlar için de cinler sonsuz hızdalar. O halde bitkiler aradaki farkı anlayamayacak ve bitkiler için de cinler yine sonsuz hızda olacaklar. Bu da sonsuz üzeri sonsuzun yine sonsuza eşit olduğunu kanıtlar nitelikte. Ama aslında eşit olmadığını ve aslında aralarında bir sonsuz kadar fark olduğunu biliyoruz. Bunu da sonsuzun aslında nasıl bi şey olduğunu düşünerek ispatlamaya çalışalım.
Sonsuzu bir yerlerde bir çember şeklinde tanımlandığını/düşünüldüğünü (çalışıldığını) gördüm. Çemberin en üst kısmının sıfıra eşit olduğunu düşündük. Çember üzerinde sonsuz tane nokta var. Biz bu noktalara sayılar verirsek, sıfıra (başladığımız noktaya) en yakın olduğumuz son sayı, sonsuza en yakın sayı olmuş oluyor. (aslında o sayıyla sonsuz arasında sonsuz tane daha sayı olduğunu biliyoruz yalnız asıl amaca ulaşabilmek için küçük varsayımlar yapmak zorundayız.) Bu da bize aslında sıfırın sonsuza eşit olduğunu gösteriyor. Yani aslında varlık, yokluğa eşit demek oluyor ve beyin hemen uyarı veriyor. Bunun üzerinde biraz düşününce aslında hakikatın böyle olmadığına ıspatlayamadan (henüz) iman etmiş oluyoruz. O halde bu sonsuzluk denen şey çember değil. Çember şeklinde ilerliyor aslında ama o sonsuzun dönüp dolaşıp sıfırı bulmaması gerekiyor. Bu da bize çemberi değil de spirali anlatıyor.
Spiral. Bu işte. Sonsuz denen şey, aslında şekil olarak spiral olmuş oluyor. Spiral sıfırdan hiç bir zaman başlamıyor ama biz herhangi bir noktasını sıfır kabul edersek, bir tur attığında sonsuz denen şey ile sıfırın arasında bir mesafe oluşuyor ve bu mesafe aslında hiç kadar küçük ama varlığını bildiğimiz bir mesafe. Bu mesafe de tam olarak boyut oluyor. Yani yukarıda bahsettiğimiz boyutlar buraya bağlanıyor. Sonsuz üzeri sonsuz da, sonsuz tane spirali doksan derecelik açı ile kesen spiral oluyor. Sonsuz üzeri sonsuz tane sonsuz ise; sonsuz tane yan yana spiral (aralarında o bahsettiğimiz “hiç” mesafesi var) ve bu spiralleri doksan derece ile kesen sonsuz tane, aralarında “hiç” mesafesi olan spiraller oluyor. Bu spiraller bütün evreni boşluksuz bir şekilde dolduruyor.
Peki bu spiraller arasında ki “hiç” mesafesi tam olarak nasıl oluyor. Bu mesafe yukarıda da dediğim gibi boyut farkı oluyor. O boyut farkını deli dediğimiz insanlarla biraz daha betimlemeye çalışayım. (Her ne kadar kimisinin daha da fazla aklı karışacak olsa da.) İnsanlar delirirler. Bana göre deli dediğimiz o insanlar iki farklı şekilde delirirler. Biri hepimizin bildiği gibi belli darbeler alarak delirenler. (Darbeden kastım maddi veya manevi olabilir.) Buna boksörleri örnek verebiliriz. Senelerce boksörlük yapmış bir insanın kafasına aldığı darbelerden ötürü beyninde ki sinir hücreleri ölmüş ve daha sonra delirmiş. (Deli deli diyip duruyorum ama biz insanlar böyle tanımladığımız için.) Diğeri de aslında kimimizin hala bilmediği ama kimimizin de bilip veya en azından bir hikayesini duyup şaşırmış olduğumuz deliler. Bir akrabamda olduğunu tahmin ettiğim bu delilik çeşidi için bir çok (1.şahıslar tarafından dinlediğim) hikaye biliyorum ve hepsi beni fazlaca şaşırttı ve hepsi, duyduktan sonra “aslında asıl deli bizlermişiz” dedirtti. (Bu hikayeleri anlatmayı çok isterdim yalnız konuyu uçurmayalım.) Bu delilik çeşidi ise fazlaca ilim sahibi olmaktan “artık beynimizin yükünü kalıdramaması nedeniyle oluşan” (tıpçılar böyle diyorlar) delilik.
Fazla ilimle bir insan neden deli olsun ki ? Bunlar şimdi aynı deli mi yani ? Beynim sonsuzun aslında çember olduğunu düşündüğümde olduğu gibi (sıfır eşittir sonsuz teoremi) hata verdi. Bunlar aynı deli olamazlar. O zaman bunların aralarında bir fark olmalı. Aslında bizim farketmekte güçlük çektiğimiz ama varlığına (henüz kimimiz tam iman etmemiş olsak ta) iman etmiş olduğumuz bir delilik. O halde bu delilikler arasında yine o bahsettiğimiz “hiç” mesafesi var. Şöyle ki; insan olma şartı bir spiralin tam tur dönme aralığında. Yani bu aralıkta eğer başladığımız noktaya sonsuza giderken yakınsa, insanlar arasında en zeki olarak görülen kişilerden oluyor. Yalnız eğer bu sıfıra yani tersi yönünde bir ilerilerme ise insanlar arasında zeki olmayan kişilerden oluyor. Eğer ki bu sınırı sonsuz (şu sonsuza giderkeni pozitif yön, sıfıra giderkeni de negatif yön olarak tanımlayalım bundan sonra) yönünde yani pozitif yönde giderken başladığımız doğrultuyu geçmiş isek aslında bir kademe atlamış oluyoruz (ikinci anlattığım delilik çeşidi) ve bu kademe aslında bir boyut oluyor. Eğer bu ilerilerme negatif yönde olursa da tam zıttı şekilde oluyor.
Birileri (ki beni anlayan herkes); “bu dediğine göre ikinci anlattığın delilik çeşidi ile insanlar dördüncü boyuta mı geçmiş oluyorlar” diyecektir. Bunun aslında böyle olmadığını da, yan yana sonsuz tane sonsuz olduğunu hatırlatarak ispatlamaya çalışıyorum. Yani boyut denen şey de sonsuz tane. Varlıkların görme duyuları arasında da sonsuz tane boyut, koku duyuları arasında da sonsuz tane boyut, düşünceler arasında da sonsuz tane boyut, fikirler arasında da sonsuz… şeklinde ilerliyor. Şu en başta belirttiğim bitkileri biraz açayım, zamanı geçti çünkü. Boyutlar arasında geçiş var. Bu geçişler kimi varlıkların doğasında normal iken kimi varlıkların doğasında anormal oluyor ve bu geçiş evresinde (geçiş her zaman var fakat doğal olarak anormal) anormal durumlar gözleniyor. (bitkilerin bizim dünyamızda çok yavaş olmaları, cinlerin de bizim doğamızda çok hızlı olması gibi.) (Bu arada şunu da belirteyim, ben cinleri dördüncü boyut olarak kabul ettim. Bu aslında doğru olmayabilir yani beşinci, altıncı … boyut olabilirler fakat benim düşüncemi çürütmeyecektir çünkü aynı sonuçları üretiyor.) Yani bu şu demek oluyor ki bitkilerin doğasında aslında üçüncü boyuta geçme yeteneği var ve bu boyuta geçtiklerinde aslında hiçbir şey göremiyorlar veya çok az görüyorlar, koklayamıyorlar veya çok az kokluyorlar (bunların hepsi insanlarla karşılaştırılmış hali), hareket edemiyorlar veya çok az hareket ediyorlar … Cinlerin de doğasında bizim boyuta normal bir şekilde inebilme yetkileri var ve bizim boyutumuza indiklerinde bize göre çok daha hızlı olabiliyorlar, bize göre çok daha iyi görebiliyorlar, bize göre çok daha iyi duyabiliyorlar ve bize göre çok daha iyi zihin okuyup onu yönetebiliyorlar.
Bunlardan şu ortaya çıkıyor ki, insanlar eğer cinlerin boyutuna çıkabilseydi, cinlerden çok daha yavaş hareket edecek, çok daha yavaş görecek … idi. Eğer insanlar bitkilerin boyutuna inebilseydi, (aslında bitkisel hayat var ama bu benim dediğimi tam olarak karşılıyor mu bilemiyorum. Aslında biraz düşününce destekliyor gibi ama yeterince düşünmedim.) çok daha iyi görüp çok daha hızlı hareket edebilecek … idi. Şimdi yine o beni anlayabilen ekip (sayıları gittikçe azalıyor biliyorum ve hatta şuan hiç olmaya da bilirler) “ne yani zaten insanlar bitkilerden hızlı değil mi veya cinler insanlardan hızlı değil mi daha iyi görmüyorlar mı ?” gibi soru sorabilirler. Buna yanıt olarak ta, insanların farkında olduğu bu sürekli isimlerini zikrettiğim cinler ve bitkiler zaten birbirlerinin boyutlarına bir şekilde ortak olmuş varlıklar. Bu varsayımım aslında boyutlarımızın ortak olmadığı varlıklar için daha kullanışlı, işe yarar oluyor. Yani tahminler yürütmemize neden oluyor. O ekipten bir soru daha duyar gibiyim. “Bizim boyutumuza ortak olmayan boyutlar ? Var mı ki ? Sana göre var ise nereden ?” Bunu açıklamadan önce biraz Tanrıdan (Yani benim iman ettiğim, inancıma göre, Allah) bahsetmeye çalışalım.
Tanrıyı (tırnak koymuyorum. İnancımdan olsa gerek.) aslında daha önce tanımladım fakat eşitlemesini yapmadım. Tanrının sonuz olduğunu hepimiz biliyoruz. (En azından iman etmiş olanlar. Ki ben şimdilik işin o kısmıyla ilgileniyorum.) Sonsuz üzeri sonsuz kez sonsuz da sonsuza eşit oluyor. Bu da tanrı oluyor. Yani tanrı sonsuz olan şeylerin sonsuz tanesinden sonsuz kez olan oluyor. (Biraz anormal bir açıklama oldu ama, Bu.) Geçen haberlerde bir insanoğlunun araştırıp varığını bir şekilde ispat ettiği bir yazı okudum. Samanyolu’nun komşu galaksilerinden Andromeda (isim de koymuşlar) bize iki virgül üç milyon ışık yılı uzaklıktaymış. Bir insan oğlunun buraya gidebilmesi imkansız her ne kadar da orada gerçekten de hayatın var oluğunu bilsek te. (Bize göre.) Bir saatte bir milyar yetmişdokuz milyon ikiyüzelliiki bin sekizyüzelli kilometre yol kateden ışık bile iki virgül üç milyon yılda gidebiliyormuş. (He he sayısalcılar. Teorik olarak gitmemiz mümkün he.) Biz nasıl gidelim. Işık diyince hemen akla cinler geliyor. (Çünkü şu cahil aklımla ancak onları biliyorum. Melekler vs hariç çünkü fazlaca bilgi sahibi değiliz.) Cinler bile oraya iki virgül üç milyon yılda gidebiliyorlarmış. Teorik olarak onların da gitmesi mümkün. Yolda doğura doğura babadan oğula bu görevi üstlenerek devam ederlerse bir kaç yıl.. yüzyıl.. bin yıl.. Her ne ise. Bu da imkansız. O zaman demek ki oraları insanlar için ve cinler için yaratmadı tanrı. (Yüce ALLAH. Yazma gereksinimi duydum. Tanrı diye diye tövbe tövbe…) Müslüman olarak bizlerin iman ettiği Kur’an-ı Kerim’in Fatiha suresinin “Rabbi’l-âlemîn” ifadesinin tefsirine göre onsekiz bin alem var. Bunlar nerede ? E koca evren de sadece insanlar için yaratılmadığına göre… Orada başka varlıklar/alemler yaşıyorlar. Belki bizimle aynı boyutta, belki bizden çok farklı bir boyutta. Bilemeyiz. Teorik olarak bilebiliriz de … Hadi oradan … (Alem alem diyip duruyorum ama minarenin üstünde ki değil ha. Ağlem gibi oku onu. Alem. Yazılmıyor ama A nın üstünde şapka var.)
O ekip nerede o ekip. Kimseler kalmadı buraya kadar sağ ulaşan tahminimce. (“Ulaşırsa bi İsmetacar ulaşır” demiştim bir aralar ama o bile okumamış.) O ekip neden sormuyor “Bre Ceisar neden bu kadar uzağa gittin ? Bu bahsettiğin alemler illa uzaklarda mı olması gerekiyor ?” Hayır tabiiki. Bu alemler bize bizden daha da yakın olabilirler. Mesela insan üzerinde sayısını yaklaşık ta bilmiyorum ama atıyorum binlerce milyonlarca belkide bakteri yaşıyor. Bunlardan kurtulmamız mümkün değil ve onlarsız da yaşayabilmemiz imkansız. (Yani hijyen bir yerden sonra insanın hayatını kaybetmesine bile neden olabiliyor.) Neden olmasın belki de o bakteri dediklerimiz bile bir alemdir. Veya virüsler. Veya yine insan üzerinde yaşayan ama şimdiye dek hala daha göremediğimiz bir yada çok sayıda varlık ? Yani bilememek kötü bir şey. Her şey üzerinde tahmin yürütebiliyorsun. (Mesela ben hiç bir şey (bu hiç bir şey in yazılışı da böyle mi oluyordu onu bile bilmiyorum.) bilmediğim için bu kadar şey üzerinde tahmin yürüttüm.(Müslüman olarak iman ettiğimiz bir şeyi daha bu konuya dahil edebilirim. Hz.İbrahim de Allah’ı bilmiyordu ama tahminler yürüterek onu bulmadı mı ?) Tamam tamam tahmin yürütmek için de birşeyler bilmek gerekiyor.) İşte buradan da çıkarabileceğimiz gibi her an her yerde alemler olabilir. Biz onların habitatlarına dahil olabiliriz veya onlar bizim habitatlarımıza dahil olabilirler. Bunu söylememin nedeni ise ap açık “Ya yok olmaz öyle şey” diyerek bişeyleri çürüttüğünü sanan ama ortaya neye dayanarak bu yargıyı attığını söyleyemeyen yobazlar içindir. Gel ki o yobazlar çoktan “la ne saçmalıyor bu” diyip bloğu terk ettiler bile.
Her ne ise konudan bayağı uzaklaştım. Başta ki konu ile sondaki konu her ne kadar birbirlerine bağlı olsalar da bi o kadar da uzaklar çünkü felsefe bu işte. Konu konuyu açıyor. Biliyorsunuz hani şu klişe yi. “Bilim yığılarak ilerler”. Felsefe ? Felsefede ise herkes uçsuz bucaksız (spiral – sonsuz)(şaka şaka) bir ovada başka başka yerlere pislerler. Daha sonra çok nadir olarak birileri o pisliğin üzerine pislerler. Nadirlerden biri Darwin ağabeyimizin Evrim Teorisi mesela. O bilmiyor muydu yani insanların maymundan gelmediğini ? O kadar düşünmüş bi düşünür senin kadar düşünemedi mi ? Düşündü emin ol. Ama ola da bilirdi. O düşündü ve bu benim düşüncem dedi. İstemeyen kendine göre düşünsün. Ben elimden geldiğince kanıtlamaya çalışır kanuna çevirmeye çabalarım. Başaramazsam da teori olarak kalır dedi. Adam maymundan gelmeyi kanıtlayamamış olabilir ama Evrim olarak ne bilgiler, bilim dalları getirdi çoğumuz biliyoruz. (Sudan karaya – kardan suya geçiş, mutasyonlar, (Hani var ya insan cenininin balık veya kuş cenini ile neredeyse aynı olduğu veya normalde insanda bile solungaç olduğu, kuyruk sokumu vs.vs. )). İşte demeye çalıştığım bu. Denilenlerin hepsi doğru olmayabilir. Ama birileri düşüncelere saygı duymayı bilince (Her ne kadar yanlış bilgiler içerse de) o düşüncelerin getirileri ona ve çevresindekilere bir hayli yetiyor. Bende buraya, tam buraya pisledim şimdi. Birileri bunun üzerine pislemez sanırım. Ki sizde biliyorsunuz ki ağanın … Yazılacak çok daha şey vardı. Hatta başta anlatacağız diyip te anlatmayı unuttuklarım veya bir şeyi anlatmaya çalışırken örnek verip o örnek üzerinde yoğunlaşmış, asıl konuyu unutmuş olduklarım vardır muhtemelen. Felsefenin de bu yönü güzel işte. Konu konudan üstündür :)) yaz bunu güzel laf. Hakikat şu ki : “Her konunun/tartışmanın sonucu, hakiki düşünüldükçe ve hakiki kişilerle tartışıldıkça, Allah’a varıyor.” Hadi Eyvallah..!